“Onlar bâğídirler, Elláh ve Resûlü’ne karşı savaşa kalkışırlar. Ya‘nî, hayâtın her safhasında ahkâm-ı İlâhiyye’nin icrâ ve tatbîkıne karşı çıkarak Kur’ân’a dayalı devleti tanımazlar.”

Kur'ân-ı Kerîm'in dört temel esasından birisi olan haşirde, Allah'a iman ve itaat etmeyenlerin nasıl ceza görecekleri, pek çok âyet-i kerîme ile anlatılıyor. Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî tarafından te'lif edilen "Dâr-ı Şekávet Cehennem" kitabının 506. sayfasında, dünyada iken Cehennem'e liyâkat kesbedenlerin vasıfları, Kur'ân-ı Kerîm âyetleri kaynak gösterilerek şöyle sıralanıyor:

Ehl-i Cehennem; şirk, küfür ve nifâk üzere ölenlerdir. Onlar Cehennem’de ebedî olarak kalacak, orada envâ‘ çeşit azâba dûçâr olacaklardır. 
Onlar, ulûhiyyet da‘vâsında bulunurlar. 
Putlara taparlar. 
Onlar; “Elláh birdir” denildiği zamân tevhîd-i İlâhî’yi inkâr eden, Elláh’a şerîk koşulduğunda o şerîke îmân edip onu kabûllenen kimselerdir. 
Onlar, semâvî kitâbları inkâr ederler. 
Kitâbın bir kısmına inanıp, bir kısmını reddederler. 
Elláh’ın âyetlerini inkâr ve tekzîb ederler. 
Kur’ân hakkında şübhe içindedirler. 
Ahkâm-ı İlâhiyye’yi eğri, yanlış ve noksán bulmak isterler. 
Âyât-ı Kur’âniyye’nin hükmünü etkisiz ve geçersiz kılmak; onların ma‘nâsını tebdîl, tağyîr ve tahrîf etmek için gayret sarfederler. 
Tekvînî ve teklîfî âyetlerden yüz çevirirler. 
Elláh’a ve peygamberlerine îmân etmezler. 
Âhirete ve haşr-i cismânîye inanmazlar. 
Kıyâmet, âhiret ve Cehennem’i tekzîb ederler. 
Elláh’a kavuşmayı inkâr ederler. 
Onlar; Elláh’ın âyetleriyle ve peygamberleriyle alay eder, onları eğlenceye alırlar. 
Rab’lerinin da‘vetine îcâbet etmezler. 
Îmân ve İslâm’dan yüz çevirirler. 
İşlemiş oldukları şirk, küfür, nifâk ve günâh sebebiyle kalblerinde pas ve leke vardır. 
Onlara, “Elláh’tan başka ilâh yoktur” denildiğinde, büyüklük taslayarak tevhîd-i İlâhî’yi reddederler. 
Elláh ve Resûlü’ne düşmânlık ederler.  
Onlar, dállîn gürûhudur. 
İnsânları Elláh’ın yolundan saptırırlar. 
Ehl-i îmâna güler, onlarla alay ederler. 
Dünyâ hayâtı onları aldatmıştır. 
Onlar; ne bir bilgi, ne bir delîl, ne de aydınlatıcı bir kitâba dayanmaksızın Elláh’ın dîni ile mücâdele ederler. 
Onlara Elláh’ın âyetleri okunduğu zamân, sanki onları işitmemiş, kulaklarında sağırlık varmış gibi kibirlenerek o âyetlerden yüz çevirirler. 
Âyât-ı İlâhiyye’yi ibtál etmek için yarışırcasına koşuştururlar. 
Onlara Elláh’ın âyetleri okunduğunda, “Eskilerin masallarıdır” derler. 
Günâh, düşmânlık ve Peygamber’e isyân husúsunda necvâ (gizli toplantılar ve istişâreler) yaparlar. 
Ehl-i îmâna işkence ederler. 
Mücrimdirler, cürüm sáhibidirler, suçludurlar. 
Onlar, müsrif (isrâf eden) kimselerdir. 
Onların amelleri, tartıya konulamayacak kadar değersiz ve kıymetsizdir. 
Onların kalbleri vardır; fakat o kalblerle hakkı anlamazlar. 
Gözleri vardır; fakat o gözlerle hakkı görmez, ibret almazlar. 
Kulakları vardır; fakat o kulaklarla hakkı işitmezler. 
Onlar hayvânlar gibidirler, belki daha aşağıdırlar. 
Onlar gáfillerin ta kendileridir. 
Onlar, âhiret gününe kavuşmayı unuturlar. 
Onların gözleri, Kur’ân’a karşı perdelidir. Onlar, onu dinlemeye güç yetiremezler. 
Onlar, îmâna da‘vet olundukları hâlde, küfür ve inkârda ısrâr eden kimselerdir. 
Elláh’ı ve resûllerini inkâr ve onların arasını tefrîk ederler. Ya‘nî, bir kısım peygamberleri kabûl, bir kısmını da inkâr ederler. Böylece, îmân ile küfür, hak ile bâtıl arasında bir yol edinmek isterler. 
Elláh’la berâber başka ilâhlar edinirler. 
Elláh ve Resûlü’ne eziyyet ederler. 
Elláh’tan gayrısına ibádet eder, O’na şerîk ve ortak koşarlar. 
Onlar, Elláh’ı unuttu. Elláh da onlara unutulmuşlar gibi muamelede bulundu. (Ya‘nî, onları hidâyetinden, Cennet ve rızásından mahrûm etti.) 
Elláh ve Resûlü’ne muhálefet ve isyân ederler; hudûdulláhı çiğnerler ve mü’minlerin yolundan başka bir yola koyulurlar. 
İnsânları Elláh’ın yolundan uzaklaştırırlar. 
Zálimdirler, hukúkulláh ve hukúku’l-ibâda tecâvüz ederler. 
Onlar necîstirler. 
Onlar haktan çok uzak bir dalâlettedirler. 
Elláh hakkında mücâdele ederler. 
Onlar, şeytána tâbi‘ olan azgınlardır. 
Hak dîn olan İslâmiyyet’ten irtidâd eder, dönerler. 
Elláh ve Resûlü’ne itáattan yüz çevirirler. 
Dîni bir oyun ve eğlence edinirler. 
Onlar, azamet sáhibi olan Elláh’a îmân etmezler. 
Rab’lerine dönmeyeceklerini sanırlar. 
Elláh, Kur’ân ve Peygamber (asm) hakkında muhtelif sözler söylerler. 
Elláh’ın indirdiklerini ketmeder; âyât-ı İlâhiyye’yi az bir bahâ ile satarlar. (Ya‘nî, dünyevî menfaat mukábilinde, ahkâm-ı İlâhiyye’yi tebdîl, tağyîr ve tahrîf ederler.) 
Peygamberleri ve insânlara adâleti emredenleri öldürürler. 
Onlar, Elláh’ın gazabına uğramışlardır. 
Şeytán, kendilerine, Elláh’ı anmayı unutturmuştur. 
Yeryüzünde fesâd ve bozgunculuk çıkarır, ekîn ve nesli helâk etmeye koşarlar. 
Büyüklük taslayarak îmân ve ibádetten istinkâf ederler. 
Tekvînî ve teklîfî âyetlerden gáfildirler. 
Onlar bâğídirler, Elláh ve Resûlü’ne karşı savaşa kalkışırlar. Ya‘nî, hayâtın her safhasında ahkâm-ı İlâhiyye’nin icrâ ve tatbîkıne karşı çıkarak Kur’ân’a dayalı devleti tanımazlar.  
Onlara “Elláh’tan korkun!” denildiği zamân; bu söz onların izzetlerine dokunur ve bu hâl, onları daha fazla günâh işlemeye sevk eder. 
Onlar, hem kendilerini, hem de kendilerine bağlı olanları hüsrâna düşürürler. 
Çok günâh işlerler. 
Hakka arkalarını dönerler. 
Yoksulu doyurmaya teşvîk etmezler. 
Helâl-harâm demeyip, mîrâsı alabildiğine yerler. 
Dünyâ malını ve servetini çok severler. 
Seyyiâtı, şer ve kötülükleri kesbederler. 
Yalancıların ta kendileridir. 
Şeytán onların dostudur. 
Onlar; Elláh’ın ilim ve takdîrinde, azâbın üzerlerine hak ve vâcib olduğu kimselerdir. 
Kasden adam öldürürler. 
Yetîmlerin mallarını zulmen, haksız yere yerler. 
Altın ve gümüşü, mal ve serveti biriktirirler; onu Elláh yolunda infâk etmezler. 
Ellerini sıkı tutarlar, cimridirler; hayır ve hasenâtta bulunmazlar. 
Dünyâ hayâtına râzı olup, onunla itmi’nân bulurlar. 
Elláh’ın ni‘metlerine şükretmeleri gerekirken, küfrân-ı ni‘met ederler. 
Âhiretten korkmazlar. 
Onlar, hüsrânda olanlardır. 
Fâiz yerler. Kendilerine harâm ve yasak kılındığı hâlde, fâiz alıp verirler. 
Hırsızlık, gasb, rüşvet, kumar gibi gayr-ı meşrû‘ ve bâtıl yollarla, haksız yere insânların mallarını yerler. 
Ehl-i îmâna iftirâ ederler, bâ-husús zinâ iftirâsında bulunurlar. 
Mü’minler  yanlarından geçtiğinde kaş göz işâretiyle onlarla alay ederler. 
Şeytánın va‘dine inanır; onun yolundan gider, izini ta‘kíb ederler. Uzun emel ve kuruntulara kapılırlar. 
Onlara, “Elláh’ın indirdiği Kur’ân’a tâbi‘ olun!” denildiği zamân derler ki: “Hayır! Biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak, onun ardınca gideriz!” 
Onlar, arslandan kaçan yâbânî eşekler gibidirler. Kur’ân’ın öğüt ve nasíhatlerinden yüz çevirip kaçarlar. 
Onların velîleri, táğúttur. 
Onlar; insânları, nûrdan zulümâta çıkarırlar. 
Elláh’ın âyetleri hakkında haktan ayrılır, inkâra düşerler. 
Elláh’a olan ahdlerini ve yemînlerini az bir bahâya satarlar.  
Elláhu Teálâ, onların kalblerine bir korku koymuştur. 
Onlar, háindirler. 
Hakka karşı inâdçıdırlar. 
Zálimlere meylederler. 
Haddi aşarlar. 
Hak yoldan saparlar. 
Yaptıkları fenâlıklarla sevinir, yapmadıkları iyiliklerle medhedilmekten hóşlanırlar. 
Onlar; Elláh’a iftirâ eden, O’na karşı yalan söyleyen, doğruyu (Kur’ân’ı) tekzîb eden kimselerdir. 
Mü’minler arasında kötü söz ve fiillerin yayılmasını arzû ederler. 
Kötülüğü emreder, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. 
Elláh’ın mescidlerini ve içlerinde Elláh’ın isminin anılmasını men‘ eder, mescidlerin harâb olmaları yolunda sa‘y ederler. 
Onlar, dünyâ hayâtı ve zînetini isterler. 
Áilelerine dönerken, zevk ve neş’e içinde gülerek dönerler. Ehl ü iyâlleri içinde sürûr ve sevinç içinde yaşarlar. Elláh ve âhiretten gáfildirler. 
Savaştan geri kalır, harb meydânından kaçarlar. 
Elláh yolunda cânlarıyla ve mallarıyla cihâd etmekten hóşlanmazlar. İnsânları da bundan alıkoymaya çalışırlar. 
Elláhu Teálâ’nın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu dost edinirler. 
Onlar; fâsıktırlar, Elláh’ın emrinin háricine çıkarlar.  
Ahde vefâ göstermezler. 
Hayra engel olurlar. 
Yoksulları doyurmaz, onlara yemek vermezler. 
Şübhecidirler. 
Elláh’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetmezler. 
Dünyâyı sever, âhireti terk ederler. 
Onlar, dünyâ hayâtında bütün zevkleri  yaşayıp bitiren, safâ süren kimselerdir. 
Dünyâ hayâtını, âhirete tercîh ederler. 
Yetîme ikrâm etmezler.  
Şeytán, onlara amellerini bezeyip güzel gösterir. 
Onlar, kendilerine İlâhî vahiy ve ap açık mu‘cizelerle gelen, onlara Elláh’ın âyetlerini okuyan ve onları âhiret azâbıyla inzâr eden peygamberleri inkâr ve tekzîb ederler. 
Namâzı terk ederler. 
Şehvetlerine tâbi‘ olurlar. 
Çokça yalan söyler, iftirâ atarlar. 
Elláh’ın meşrû‘ kılmadığı selâmla selâmlarlar. 
Şeytán, onları hâkimiyyeti altına almıştır. 
Onlar, hizbü’ş-şeytándırlar, şeytánın tarafdârlarıdırlar.
Onlar, cehâlet içinde gaflete dalan kimselerdir. 
Kur’ân âyetleri okunduğunda işitirler de, sonra kibir ve gurûrlarından hîç işitmemiş gibi, küfür üzerinde ısrâr ederler. 
Elláh’ın âyetleri hakkında mücâdele ederler. 
Elláh hakkında sû-i zanda bulunurlar. 
Onlar, namâz kılanlardan değillerdir. 
Füccâr gürûhudur. 
Bile bile yalan yere yemîn ederler. 
Yemînlerini kalkan yapıp, insânları Elláh’ın dîninden alıkoyarlar. 
Elláh’ın âyetlerini kabûllenmemek husúsunda inâdçıdırlar. 
Onlar, Elláh’ın rahmetinden ümîdlerini kesmişlerdir. 
Çalışmış, ama boşuna yorulmuşlardır.  
Elláh, onlara gazab etmiş ve onları rahmetinden mahrûm bırakmıştır. 
Onlar; dünyâda varlık içinde, sefâhete dalmış azgın kimselerdir. 
Onların malları ve evlâdları, Elláh’ın azâbını ve gazabını def‘etmek husúsunda onlara bir menfaat sağlamaz. 
Onlar, büyük günâh üzerinde ısrâr ederler. 
Bâtıla dalanlarla berâber bâtıla dalarlar. 
Kur’ân okunduğu zamân secde etmezler. 
Mü’minleri gördüklerinde, “Hîç şübhe yok ki; bunlar sapık kimselerdir” derler. 
İnsânları arkalarından çekiştirir, kaş göz işâretiyle onlarla alay ederler. 
Cezâ gününü tekzîb ederler. 
Hesâba çekilmeyi ummazlar. 
Mal ve servetlerinin, kendilerini ebedîleştireceğini zannederler. 
Onlar, ehl-i şekávettirler.  
Mahlûkátın en şerlileridirler. 
Şimdi bundan anla ki; Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın ehl-i küfür ve tuğyândan bu kadar azím şekvâlar etmesi ve onların azâb-ı ebediyyeye müstehak olmaları ve Cehennem gibi celâldârâne bir azâb ülkesinde ebedî envâ‘ çeşit azâb çekmeleri, aynı adâlettir. 

 

 

 

İletişim Formu

Giriş Yap

Giriş Yapın ve Hesabınızı Yönetin

Bir Hesabınız Yok mu? Üye Ol