Anasayfa > Makale > ‘Şahs-ı ma‘nevî’ ne demek?
‘Şahs-ı ma‘nevî’ ne demek?
Şahs-ı ma‘nevî mefhûmu ne demektir ve onu temsîl eden kimlerdir?
Risâle-i Nûr’da geçen şahs-ı ma‘nevîden murâd, hakíkat-i Muhammediyye (asm)’dır. Şahs-ı ma‘nevî, Resûl-i Ekrem (sav)’in kendisidir. Ve sâir peygamberân-ı izámın hakíkatidir. Bizler ise ümmet-i Muhammediyye (asm)’ı sâhil-i selâmete çıkaran bir sefîne-i Rabbâniyyedeki hademeleriz. O geminin kaptanı ise Resûl-i Ekrem (sav)’dir. Biz o geminin bir dümencisi olsak ne mutlu.
Hádimü’l-Kur’ân olan bu abd-i áciz, rehber değil; belk-i o şahs-ı ma‘nevînin -Cenâb-ı Hak kabûl ederse bir dümenci neferi, bir hizmetçisidir.
Evet, üstâd
hazretleri, ““İşte ey Risâle-i Nûr şâkirdleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları!
Sizler ve bizler öyle bir insân-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı ma‘nevînin
a‘zálarıyız; ve hayât-ı ebediyye içindeki saádet-i ebediyyeyi netîce veren bir
fabrikanın çarkları hükmündeyiz; ve sâhil-i selâmet olan Dârü’s-Selâm'a ümmet-i
Muhammediyye (asm)’ı çıkaran bir sefîne-i Rabbâniyyede çalışan hademeleriz”[1]
buyurarak, o şahs-ı ma‘nevînin, insân-ı kâmil olan Resûl-i Ekrem (sav) olduğunu
ve o geminin kaptanı da o zât-ı risâlet olduğunu beyân etmiştir. Başta kendisi
olmak üzere Risâle-i Nûr talebelerinin ve ümmet-i Muhammediyyenin ise, o
insân-ı kâmilin a‘záları ve o geminin hademeleri olduğunu ifâde etmiş ve böyle
kabûl etmiştir. Öyle ise, bizim vazífemiz de hademeliktir.
Hádimü’l-Kur’ân
olan bu abd-i ácizin bir da‘vâsı yoktur. Dümencilikle, Kur’ân’ın hádimliğiyle
iftihár eden bir abd-i ácizim. Kimse benimle uğraşmasın, benim de kimsenin
şahsıyla bir da‘vâm ve uğraştığım da yoktur.
Şahs-ı
ma‘nevî bugüne kadar yanlış anlatılmış, yanlış anlaşılmıştır.
Şahs-ı
ma‘nevî, kitâb ve sünnetin hakíkatidir. Onsuz olamaz. Öyle ise, kitâb ve
sünnete tâbi‘ olmayan, o şahs-ı ma‘neviyyeye a‘zá ve o gemide hádim olamazlar.
Biz şahs-ı
ma‘nevînin dümencisiyiz, da‘vâmız budur. İmâmlık, kutubluk, mehdîlik, gavslık
gibi bir da‘vâmız yoktur ve olamaz.
Türkiye’de
1960’dan beri bir propaganda başlatıldı. “Herkes maddî şahs-ı müşahhastır”
dediler. “Hacı Hulûsí Bey, Mehmed Feyzi Efendi ve Üstâd’ın eski talebeleri,
Sıddık Süleymân, Hüsrev Efendi, Bekir Ağa gibi zâtlar birer şahs-ı
müşahhastırlar. Bunlar Risâle-i Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsini temsîl etmiyorlar,
şahs-ı ma‘nevî değiller. Binâenaleyh, bu maddî şahısların peşinden gidilmez,
onlara ittibâ‘ edilmez” dediler. “Altı veyâ dokuz kişi olarak bizler ise
Risâle-i Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsini temsîl etmekteyiz. Üstâd ise mehdîdir, onun
şahs-ı ma‘nevîsi olan bu altı kişi bütün dünyâyı fethedecek” inancını
yerleştirdiler. Dolayısıyla, bu altı kişiye ittibâ‘ edilecek. Bunları kabûl
etmeyenler, tâbi‘ olmayanları ise tekfîr veyâ tadlîl ile ittihâm ettiler. Gizli
bir el bu tezgâhı kurdu. İşte bu inançla bütün Risâle-i Nûr dâiresini ve
Müslümânları perîşân ettiler.
Hâlbuki,
şahs-ı ma‘nevîden murâd, bu değil. Belki hidâyetin şahs-ı ma‘nevîsi şudur:
Nasıl ki, başta şeytán olmak üzere Kábil, Nemrûd, Firavn, Şeddâd ve hâkezâ
bütün ehl-i dalâletin bir şahs-ı ma‘nevîsi vardır. Ve her asırda da onların
mümessilleri vardır. Öyle de, hidâyetin de; başta hakíkat-i Muhammediyye,
Risâlet-i Muhammediyye olmak üzere bütün peygamberân-ı izámın da, nübüvvetin de
bir şahs-ı ma‘nevîsi vardır. O şahs-ı ma‘nevî, en başta, en hakíkí insân-ı
kâmil olan hakíkat-i Muhammediyye (asm)’dır.
Demek,
hidâyetin şahs-ı ma‘nevîsi, bir şahıs ya da birkaç eşhás veyâ bir cemâatin
teşekkül etmesinden meydâna gelen şahıslar değildir. Belki hidâyetin şahs-ı
ma‘nevîsi, başta Resûl-i Ekrem Hz. Muhammed-i Arabî (asm) olmak üzere, bütün
peygamberlerin hakíkatidir. Bunların başı da hakíkat-i Muhammediyye’dir. O
zât-ı Ahmediyye (asm) diridir, ölmemiştir. Bu küre-i Arz’da devâmlı onu temsîl
edecek bir nûrânî cemâat veyâhut da bir şahıs vardır. O şahıs ise hádimdir. O
cemâat da hádimdir, makám sáhibi değildir. Şahs-ı ma‘nevî, zât-ı risâletin
kendisidir. Beşeriyyeti ölmüş, nübüvveti devâm eder. Risâlet-i ma‘neviyyesi
devâm etmektedir. Şahs-ı risâlet öldü, ma‘nevî risâlet ise devâm eder. Onun
devâmı kıyâmete kadar gider. İşte, Risâle-i Nûrda geçen “şahs-ı ma‘nevî”den
murâd, o hakíkat-i Muhammediyye’dir. O en son makámdır.
İşte, her
müstakím; kitâb ve sünnete ittibâ‘ eden her ferd-i mü’min; o şahs-ı ma‘nevînin
bir hizmetçisidir. Bir a‘zásı hükmündedir. Kim ne kadar yapabildiyse o kadar
hissedâr olur. Ba‘zan bir tek kişi o şahs-ı ma‘nevîyi temsîl eder, onun hádimi
olur. Meselâ İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî, Mevlânâ Hálid-i Bağdâdî, Üstâd
Bedîuzzamân Hazretleri gibi zevât-ı áliyyeler, o şahs-ı ma‘nevîyi zamânlarında
temsîl etmişler ve ona hádim olmuşlardır. Ve hâkezâ…
Demek,
şahs-ı ma‘nevî ne bir şahıstır, ne altı şahıstır, ne de bir cemâattir. Belki
şahs-ı ma‘nevî, Hakíkat-i Muhammediyye (sav)’dir ve sâir peygamberân-ı izámın
hakíkatleridir. Kim ki, kitâb ve sünnete tâbi‘ olursa bu şahs-ı ma‘nevînin
hádimidir. “Altı kişi veyâ dokuz kişi olduysa şahs-ı ma‘nevîdir. Şahs-ı
ma‘nevîyi teşkîl eden yalnız bu altı kişidir. Bunlara ittibâ‘ edilmelidir ve
bunların peşinden gidilmelidir. Bunların dışında kalanlar ise maddî
müşahhastırlar, onların arkasından gidilmez ve onlara ittibâ‘ edilmez” diye
olan bu da‘vâ yanlıştır. Böyle bir olay yoktur. Böyle bir i‘tikád Kur’ân’ın
hakíkatıyla, Risâle-i Nûr’un hakíkatıyla kábil-i tevfîk değildir.
Şurada ciddî
bir hatá, bir yanlış vardır; Risâle-i Nûr dâiresine girmiştir. Bu hatádan
dönülmeli; bu yanlış, Kur’ân ve sünnetle tashîh edilmelidir.
Risâle-i
Nûr dâiresine girmiş olan bütün bu yanlışların ve hatáların düzelmesini
rahmet-i İlâhiyyeden ve eltáf-ı hafiyye-i İlâhiyyeden niyâz ederiz.
Bir Hádimü’l-Kur’ân (29.10.2019)