O gizli zındıka komitesinin te’vîlât-ı fâside ile te’vîl ettikleri mes’elelerden biri de, Bedîuzzamân Hazretlerinin vârisler hakkında yazdığı gelecek mektûbudur. 

Azîz, Sıddîk Kardeşlerim ve Vârislerim! 

Ecel gizli olmasından, vasıyyetnâme yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risâle-i Nûr’dan olan benim husúsí kitâblarım ve güzel cildlenmiş mecmûalarım vesâir şeylerimin bütününü, Gül ve Nûr fabrikalarının hey’etine, başta Hüsrev ve Táhirî olarak o hey’etten on iki (**) kahramân kardeşlerime vasıyyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zamân, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sádık ve mübârek ellerde hizmet-i nûriyye ve îmâniyyede çalışsın ve isti‘mâl edilsin. 

Kardeşlerim! Bu vasıyyetten telâş etmeyiniz. Ben, teessürâttan ve dokuz def‘a zehirlenmekten, pek çok zaíf olmakla berâber; gizli münâfıkların desîselerle müteaddid sû-i kasdları için bu vasıyyeti yazdım. Merâk etmeyiniz, inâyet-i Rabbâniyye ve hıfz-ı İlâhî devâm ediyor. 

(**) Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdulláh, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo'lu Saíd, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sálih.[1]

O gizli komite, Bedîuzzamân Hazretlerinin bu mektûbunda ta‘yîn ettiği maddî metrûkâtından sorumlu olan talebeleri öne sürmek súretiyle, saff-ı evveli teşkîl eden erkân ve ma‘nevî vârisleri saf dışı bırakıp, bir kısmını tarîkat-meşreb, bir kısmını milliyyetçi vb. nâmlar altında ittihâm ederek bu saff-ı evveldeki ehass-ı havâs ve erkân olan zevât-ı áliyyeyi “hizmeti bilmiyorlar” gibi gösterip, onlar hayâtta iken hem o maddî metrûkâttan sorumlu olan eşhás onlardan istifâde etmediler, hem de başka insânların istifâdesine mâni‘ oldular ve böylece onların hizmet metodlarından insânları uzaklaştırdılar. Tâ ki, Risâle-i Nûr’un hakíkí mesleği kaybolsun. Ba‘de’l-memât mezâr taşından da istifâde olunmaz! Hâlbuki, o zevât-ı áliyyenin hizmet metodları, 1400 seneden beri gelen İslâm âlimlerinin ve mürşidlerin bâ-husús Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerinin hizmet metodunun aynısı idi. O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin vefâtını müteákıb o devrede henüz yaşları küçük, tecrübeleri az, Risâle-i Nûr ve başka ilimlerde tam mütehassıs olmayan ve Risâle-i Nûr hizmetinin maddî işleriyle meşgúl olan Bedîuzzamân Hazretlerinin maddî hizmetkârlarını ön plâna çıkararak Bedîuzzamân Hazretlerinin hakíkí vârislerinin bunlar olduklarını nazara verip saff-ı evveli teşkîl eden ve hakíkí vâris olan talebelerden insânları uzaklaştırmak yoluna gittiler ve o gizli komite bunda muvaffak da oldular. İnâyet-i İlâhiyye, Risâle-i Nûr’a nezáret ettiği için inşâelláh onların bu zararlarını telâfî edecektir Elláhu a’lem. Hâlbuki, o maddî hizmetkârların böyle bir tefevvuk niyyetleri yoktu ve saff-ı evveldeki talebeleri takdîr ediyorlardı. O hâlde bu fikir, olsa olsa o gizli zındıka komitesinin sinsi bir plânıdır. Bununla da, Risâle-i Nûr’un hakíkí mesleğini kaybettirmek istiyorlar. Bedîuzzamân Hazretleri, ulûm-i záhir ve bâtında mütehassıs olan Mehmed Fevzi Efendi için, “Isparta kahramânlarına yetişemezsin” dediği hâlde, Üstâd Hazretleri vefât ederken daha genç yaşta bulunan, tecrübeleri az, Risâle-i Nûr ve başka ilimlerde tam mütehassıs olmayan o maddî metrûkât vârislerin saff-ı evvel talebelerine yetişmeleri mümkün müydü? Yine Bedîuzzamân Hazretleri, Hulûsí Bey (rh) hakkında şu beyânâtta bulunmuştur:

Benim vârisim olan sen.[2]               

Azîz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’ân’da gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı îmânîde zekâvetli ve ferâsetli talebem. VE VEFÂTIMDAN SONRA SADÂKATLİ VÂRİSİM, BİRÂDERZÂDEM...[3] 

Cemâate ‘Sözler’i okumak zamânında, sendeki hissiyyât-ı áliyye ve fazla inkişâf ve fedâkârâne hamiyyet-i dîniyye galeyânının sırrı şudur ki: ‘Velâyet-i kübrâ olan verâset-i nübüvvetteki makám-ı teblîğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Saíd’in vekîli, belki ma‘nen aynı hükmüne geçtiğin içindir.’ [4]  

İkinci ru’yân ise: Sana ve Müslümânlara büyük bir beşârettir. Ve sarıklılara ehemmiyyetli bir itâbdır. Onuncu safta iken imâmetin çok ma‘nidârdır. İnşâelláh Cenâb-ı Hak seni, álî bir mertebe olan İmâmlık Mertebesi’ne mazhar eder. Sizi yanımda hâzır edip, sizinle şimdilik bir kaç kelime konuşacağım.[5] 

Sizin gibi hakíkata yetişmiş ve hakíkattaki hakíkí tesellî ve esâslı sevinci bulmuş zâtlara, envâr-ı îmâniyyenin ve esrâr-ı Kur’âniyyenin nâşirlerine karşı ehl-i dalâletin ve şeytánların desâisle tehâcümünden neş’et eden müşkilât ve gam ve kedere karşı sabır ve metânet et ve hüzün ve merâk etme demeye ihtiyâc hissetmem.[6] 

Azîz kardeşim, çendân Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat, ne o, ve ne hîç birisi BENİM HULÛSÍ’me yetişmiyor. O mektûblar (ekseriyyet-i mutlaka) senin nâmınla yazılmış ve sana gönderiliyor.[7] 

Bütün mektûblarımda ‘Azîz sıddîk kardaşlarım’ dediğim zamân muhlis HULÛSÍ saff-ı evvel muhátabların içindedir.[8]

Nasıl ki, Kur’ân’ın maddî ve ma‘nevî vârisleri inhisâr altına alınmıyor, tağyîr etmemek şartıyla herkes Kur’ân’ı matbaaya verebilir ve çalışmak şartıyla herkes ilmî olarak ve ma‘nen Kur’ân’ın vârisi olabilir. Aynen öyle de, Risâle-i Nûr dahi Kur’ân’ın tefsîri olması hasebiyle ne bir cemâatın, ne bir cem‘ıyyetin malı değildir; belki umûm mü’minlerin malıdır. Risâle-i Nûr’u tebdîl ve tağyîr etmemek ve sadâkat şartıyla, o eserler hem ma‘nevî hem de maddî olarak bütün ümmetin malıdır. O hâlde, Risâle-i Nûr’un da ne maddî ve ne de ma‘nevî vârisleri inhisâr altına alınamaz. Kur’ân’ın mu‘cize-i ma‘neviyyesi olan bu eserler “Lâ ilâhe illelláh Muhammedü’r-Resûlulláh” diyen bütün ümmetin malıdır. Temennîmiz odur ki, diyânetten teşekkül eden bir ilmî hey’etin Risâle-i Nûr’a maddeten ve ma‘nen sáhib çıkmasıdır. Şimdi, vârislerle alâkalı yukarıda zikredilen mektûbun şerhine geçiyoruz:

Evvelâ: Yukarıda geçen vârislerle alâkalı mektûb, maddî vârisler hakkında olup ma‘nevî vârisler hakkında değildir.

Sâniyen: Maddî vârisler ayrıdır, ma‘nevî vârisler bütün bütün ayrıdır. Şimdi bu iki kısım vârisleri îzáh edeceğiz. Şöyle ki:

1) Maddî vârisler: Üstâdın elbiseleri, kitâbları, matbaadan elde edilen gelirlerin dağıtımı gibi metrûkâtla alâkadâr olan eşhásdır. Bunlara muhâsebe vazífesi verilmiş, ma‘nevî kumândânlık vazífesi verilmemiştir. Bunlar maddî metrûkâtı ve Risâle-i Nûr eserlerinin basım ve dağıtımıyla alâkalı işlerle ilgilenen vârislerdir. Bedîuzzamân Hazretlerinin matbaa işini hakíkí vârislere değil, gençlere, belki maddî vârislere bırakmasının sebebi; ilmî ve ma‘nevî vâris olanların vazífelerinin ağırlığından dolayı böyle maddî şeylerle onları meşgúl ettirmemek içindir.

Hacı Hulûsí Bey (ra) merhûma “vârisler” konusunda Vahdettin Hızıroğlu tarafından mektûbla sorulan bir suâle, o zât-ı muhterem yine mektûbla cevâben şöyle diyor: “Vârisler, hastalığı zamânında hayâtta bulunup sünnet olan vasıyyeti yerine getirecek zâtlardır.

2) Ma‘nevî vârisler: Dellâl-ı Kur’ân olan Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerine ma‘nevî ve ilmî cihette vâris olan ve hakáik-ı îmâniyye ve esâsât-ı İslâmiyyeyi insânlara teblîğ etmekle vazífedâr olan eşhásdır. Bu eşhás, záhirî ilimleri elde ettikten sonra bâtınî ilimleri de elde etmek súretiyle Risâle-i Nûr vâsıtasıyla hakíkate geçmek isteyen kimselerdir. Bu zevât-ı áliyye, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri ve Risâle-i Nûr’un irşâdâtıyla tekâmül edip -Âyetü’l Kübrâ risâlesinde beyân edildiği tarzda- hakíkatü’l-hakáika geçen ve o hakáikın hakíkí zevkını tadan başta Hacı Hulûsí Bey olmak üzere Hoca Sabri, Hüsrev, Mehmed Feyzi, Hâfız Ali, Hasan Feyzi, Hâfız Tevfîk gibi erkân ve esâslardır. Bunlar Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın irşâdıyla tasfiye-i zihin eden ve ilm-i záhir ile ilm-i bâtını mezc eden kimselerdir. Bunların içinde daha yüksek bir makám olan “asrın imâmı”vazífesiyle tavzîf edilmiş biri vardır ki, o da el-Hâc İbrâhîm Hulûsí (ra) Bey‘dir.

Hacı Hulûsí Bey (ra), mezkûr maddî vârisleri ta‘rîf ettiği aynı mektûbda ma‘nevî vârisler için de şöyle buyurmaktadır:

Üstâd Hazretleri, bir tarîkatın pîri değildir ki, postnişinlik vazífesini birine veyâ bir zümre ve aralarında birini seçmek üzere bıraktığı, vâris yaptığı düşünülebilir. Bu bâbda bir şûrâ da düşünülemez. Hem bir hadîs-i şerîf ile sâbit olan, her yüz başında bu ümmete Cenâb-ı Hak îmânlarını tecdîd için bir müceddid göndermesi husúsunun onun bir ferdi bu asırda Risâle-i Nûr’ dur diyen Üstâdımızdır.

O hâlde, bu maddî ve ma‘nevî şeklinde ikiye ayrılan vârislik mes’elesi, biribirinden çok farklı iki mes’eledir.

Biri; maddî metrûkât ve Risâle-i Nûr eserlerinin basım ve dağıtımıyla alâkalı işlerle ilgilenen vârislerdir.

Diğeri ise; Dellâl-ı Kur’ân olan Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerine ma‘nevî ve ilmî cihette hakáik-ı îmâniyye ve esâsât-ı İslâmiyyeyi insânlara teblîğ eden vârislerdir. Unutulmamalıdır ki, her şey kendi ehil ve erbâbına bırakılmazsa o şeyde muvaffakıyyet elde edilmez ve netîce alınmaz. Bin dört yüz seneden beri gelen İslâm álimlerinin ve mürşidlerin hizmet anlayışı ve metodu ne ise, Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerinin ve ma‘nevî vârislerinin de hizmet anlayışı ve metodu odur. İşte o gizli zındıka komitesi, bu müstekím olan hizmet anlayışını ortadan kaldırmak için maddî vârisleri nazara verdiler. Bu müstekím hizmetten kasdımız şudur ki: Kitâb, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâyı esâs alan ve tedrîsâtta Kur’ân, Hadîs, Risâle-i Nûr ve Fıkhı okuyan ve okutan bir hizmet anlayışıdır.

Sâlisen: Hacı Hulûsí Bey (ra)’ın yukarıda zikrettiğimiz mektûbunda ta‘rîf ettiği gibi; Bedîuzzamân Hazretlerinin “Emirdağ Lâhikası”nda geçen mektûbundaki vârisler, Şerîat-ı Garrâdaki vârisler, ya‘nî nesebî vârisler ma‘nâsında değildir. Belki bu mektûbda geçen vâristen murâd, “vasí” ma‘nâsındadır; ya‘nî kendisine vasıyyet yapılan kişidir. Yoksa, “vâris-i şer‘í” ve “vâris-i nesebî” ma‘nâsında değildir. Çünkü, şerîata göre vâris: Kur’ân’ın tesbît ettiği vefât eden şahsın akrabâlarıdır. Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri gibi bir álim, kimin vâris-i şer‘í olduğunu bildiği için; “vâris” kelimesini bu ma‘nâda, ya‘nî“vasí” ma‘nâsında kullanmıştır. Hacı Hulûsí Bey‘in de ifâde ettiği gibi buradaki vâristen murâd, şer‘-ı şerîfde geçen irsin vârisi değildir. Belki “vasí” ma‘nâsındadır.

Râbian: Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin vârisleri hakkındaki ba‘zı açıklamaları ve ba‘zı eşhásın isimlerinin zikredilmesi, inhisâr ma‘nâsında değildir. Çünkü, Risâle-i Nûr mîrî malıdır. Risâle-i Nûr’un ne maddî, ne ma‘nevî vârisleri inhisâr altına alınabilir. Risâle-i Nûr bütün ümmetin malıdır. Sadâkat şartıyla, Risâle-i Nûr dâiresinde bulunan herkes maddî vâris olabileceği gibi; terakkí netîcesinde záhirden hakíkate geçen herkes de Risâle-i Nûr’un ma‘nevî vârisi olabilir. Risâle-i Nûr’un maddî ve ma‘nevî vârisleri herhangi bir sayıyla da mukayyed değildir. Çünkü, şahıslar fânî, hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye ise bâkídir. Demek, da‘vâlar fânî şahıslara binâ edilemez. O hâlde, ne ma‘nevî vârisler ne de maddî vârisler belli eşhásla sınırlanabilir. Kur’ân’ın da‘vâsı kıyâmete kadar devâm edeceğinden, Kur’ân’a hizmet edecek eşhás da derecesine göre bu verâsette dâhıldir.

Hámisen: Bu mes’ele gizli bir zındıka komitesi tarafından Risâle-i Nûr talebeleri arasına sinsice atılmıştır. Gáyeleri ise, Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin hális, müstekím ve ma‘nevî vârisleri olan háslar ve erkânlardan Müslümânları soğutmak ve onların müstekím olan hizmet usûlünden uzaklaştırmak súretiyle Risâle-i Nûr hakíkatlerini te’vîlât-ı fâside ile te’vîl etmek, böylece Kur’ân, Hadîs ve Tasavvufta olduğu gibi, Risâle-i Nûr’da da tahrîf, tağyîr ve tebdîl etmek için çalışmalarıdır.

Kanâatımız ise şudur ki; şu ânda hayâtta olan hîç bir Risâle-i Nûr talebesi, saff-ı evveldeki ma‘nevî vârisler olan háslar ve erkânlara karşı bir tefevvuk düşüncesi içerisinde değildirler; belki onları, ya‘nî o hásları ve erkânları her zamân hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyyede “birinci” addetmişlerdir. Bu îzáhâttan gáyemiz, Risâle-i Nûr’un matbaa işiyle uğraşan kimseleri tenkíd değildir. Belki bu noktada onlar da ehl-i insáftırlar. O saff-ı evvel talebeleri büyük olarak bilirler ve onlara kavuşulamayacağını da kabûl ederler. Onlar hakkında inancımız budur.

جَزَاهُمُ الله خَيْرًا كَثيِرًا

Cenâb-ı Hak, her iki kısım vârislere, sadâkat ve samîmiyyeti muhâfaza etmek şartıyla ve Risâle-i Nûr’u tağyîr ve tebdîl etmemek şartıyla hayr-ı kesîr ihsân eylesin.

Elhâsıl: Kur’ân’ın ve Risâle-i Nûr’un hakíkí ma‘nâdaki ilmî ve ma‘nevî vârislerini Elláh seçer, beşer seçimiyle değildir.

Kaynak: Reddü'l-Evhâm (1-5), s. 373-378

[1] Emirdağ Lâhikası, s. 119-120.

[2] Mektûbât, 4. Mektûb, s.20.

[3] Barla Lâhikası, s. 271.

[4] Barla Lâhikası, s. 255

[5] Barla Lâhikası, s. 378.

[6] Barla Lâhikası, s. 263.

[7] Barla Lâhikası, s. 321.

[8] Barla Lâhikası, s. 26.

Giriş Yap

Giriş Yapın ve Hesabınızı Yönetin

Bir Hesabınız Yok mu? Üye Ol